AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, 24 TV yayınlanan “Arafta Sorular” programında, Esra Elönü’nün sorularını yanıtladı.
Programın “Mahir Ünal arafta mı?” şeklindeki sabit sorusuna Ünal, “Soruları olan herkes araftadır. Eğer kendi cevaplarınızı arıyorsanız, sorularınız var demektir. Sorularınız varsa, sorularınızın cevaplarını bulana kadar araftasınızdır. Ama bu, şu anlama gelmiyor; sorularınızın cevaplarını bulmanız, sorularınızın bittiği anlamına gelmiyor. Hani entelektüel diyorlar ya, entelektüel cevapları olan kişi değildir, entelektüel sağlam soruları olan kişidir.” yanıtını verdi.
“AK Parti kurulduğundan beri üzerine inşa olunan bir kavram var; ‘dava’. Mahir Ünal’ın davası nedir?” sorusu üzerine Ünal, şunları söyledi:
“Herkesin bir davası mutlaka vardır. Bizim davamız ne? Biz neyin mücadalesini veriyoruz? Aslında bizim davamızı belirleyen şey, kim olduğumuzla ilgili. Mahir Ünal olarak işin aidiyet noktasında, zihnim, düşüncem nereye ait diye baktığımda ben nebevi bir kültüre aitim. Çünkü ben öncelikle Müslüman’ım. Peygamberimin çizdiği istikamet ve Kur’an-ı Kerim’in bana gösterdiği yol var. Bunların hepsi kimliğimizin temellerini oluşturuyor. Kimliğimizin temelleri de amaçlarımızı, mücadelemizi, var oluş kavgamızı oluşturuyor. Bugün, baktığınızda üç şey ile karşılaşıyorsunuz. Aidiyet karşıtlığı ve milliyetsizleştirme, cinsiyetsizleştirme, dinsizleştirme. Bu üçünü kavgaların, şiddetin ve savaşın sebebi olarak görüyorlar.”
“AK Parti, tarihin içinden akıp gelen bir duygu”
Genel Başkan Yardımcısı Ünal, sözlerine şöyle devam etti:
“AK Parti, 2001’de kurulmuş bir parti değil. AK Parti, partilerden bir parti değil. AK Parti, tarihin içinden akıp gelen bir duygu, bir fikir, bir değer, bir inanç, bir dava. Bugün oluşmuş bir şey değil.
AK Parti, bir millet hareketi. AK Parti, milletimizin yüzde 40, yüzde 50 oyunu alabiliyorsa, bu aziz milletin kendi iddiasını, kendi davasını, kendi kavgasını, kendi inancını, kendi mücadelesini ve kendi misyonunu bugün siyasal olarak AK Parti’ye yüklemiş olmasından kaynaklanıyor. Yıllarca bu topraklarda siyaset kirli ve bulaşık bir şey olarak gösterildi. ‘Siyasete bulaşma’ dediler çünkü siyasete bulaşmak demek aslında iradenizi ortaya koymanız anlamına geliyor. Siz sandığa gidip bir irade ortaya koyuyorsunuz. 83 milyon insanın tek tek iradesi orada bir millet iradesine dönüşüyor. Siyaset kurumu sandıktan aldığı bu millet iradesini devlete yansıtıyor.”
Ünal, burada temel sorunun “Devletle ilgili kararları kim verecek?” olduğunu ifade ederek, “Devletle ilgili kararları, millet iradesinin taşıyıcısı olan siyaset kurumu verecekse o zaman siyasetin itibarsızlaştırılması, siyasetin kirli ve bulaşık gösterilmesi birtakım seçkinlerin, kendini devletin sahibi zannedenlerin işine geliyor.” dedi.
“Bunun siyaset karşıtlığıdır”
Elönü’nün, “Bu mantığa bakarsak, muhalefet şu anda siyaset yapmıyor?” şeklindeki sorusu üzerine Ünal, şu değerlendirmede bulundu:
“Devletin bütün kurumlarını, devleti, Anayasa’yı gayrimeşru ilan etmek, aslında darbeye zemin hazırlama faaliyetidir. Çünkü Anayasa’nın, devletin, kurumların meşru sayıldığı bir zeminde siyaset yapılır. Gayrimeşruluk iddiasının olduğu bir yerde siyaset yapamazsınız.
Siz, 15 Temmuz darbesine ‘tiyatro’ diyeceksiniz. 15 Temmuz’dan sonra yapılan referandumu, gayrimeşru ilan edeceksiniz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni gayrimeşru ilan edeceksiniz ‘saray rejimi’ diyeceksiniz. ‘Sarayın polisi’ diyerek emniyet güçlerini, ‘sarayın yargısı’ diyerek Türk yargısını, ‘saray rejimi’ diyerek bizatihi bu milletin seçtiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ve Cumhurbaşkanı’nı gayrimeşru ilan edeceksiniz, sonra da siyaset yaptığınızı söyleyeceksiniz. Bunun adı siyaset değil. Bunun adı tam tersine, siyaset karşıtlığıdır. Milletin iradesi ile iktidara gelemeyeceğini anlayanların, antisiyaset yaparak, kurumların meşruiyetini sorgulayarak demokrasiyi müdahaleye açık hale getirme işi bugün yaptıkları tam olarak.
Bugün AK Parti’yi eleştiren CHP’nin geçmişteki eylemlerine baktığımda 367 kararı gibi bir saçmalık karşısında ne yapmış? Başörtüsü yasağında ne yapmış? Darbelerde ne yapmış? Baktığımda, gördüğüm bir şey var. Milletle kavga eden, milletle mücadele eden ve bugün de aynı alışkanlığını sürdüren vesayetçi bir akıl var.”
“Muhalefet, başka bir yerden konuşuyor”
Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, “Muhalefet milli değilse, iktidar ne yapacak? Kendi muhalefetini mi üretecek?” sorusu üzerine, şunları anlattı:
“Siz Doğu Akdeniz’de, Mavi Vatan’dan kaynaklanan haklarınızı koruyorsunuz. Bakıyorsunuz muhalefet Yunan tezlerini savunuyor. Libya’da Hafter ile birlikte hareket ediyor. Üstelik Serrac Hükümeti BM tarafından tanınmış, meşru hükümet. BM’nin tanıdığı meşru hükümete ‘cihadist’ diyor, darbeci Hafter’in daha seküler olduğunu ifade edip, onu destekliyor. Suriye’de Esed’i destekliyor. YPG’ye, PYD’ye ‘Türkiye’ye mi saldıracak?’ diyor. Türkiye’nin hiçbir milli meselesinde, Türkiye’nin yanında durmuyor. Biden’ın iç siyasete dönük açıklamalarından medet umuyor. ABD’den demokrasi dileniyor. Ermenistan’a destek için giden 500 PKK’lı teröristi görmüyor, kalkıp uluslararası alanda ‘Türkiye cihadistleri Azerbaycan’a götürmüştür.’ diye açıklama yapıyor.
Geçmişe dönüp baktığınızda Suriye krizinde, MİT tırları operasyonu ile birlikte FETÖ ile beraber hareket edip ‘Türkiye’nin Lahey’de yargılanmasına zemin hazırlayabilir miyim?’ diye bakıyor. Tabii ki içeride muhalefet sonuna kadar yanlış gördüğü şeyleri eleştirecektir ama Türkiye’nin siyaset üstü meselelerinde kenetlenmesi gereken muhalefet, başka bir yerden konuşuyor. Bu tabii zaman içinde milli güvenlik sorununa dönüşüyor.”
“Ben bunların (vatandaş) haklarını Twitter’ın insafına mı bırakacağım?”
Tanıtım ve Medya Başkanı olarak özellikle Twitter’da daha etkin olması gerektiği yönünde yorumların geldiğini anlatan Ünal, “Ben açıkça şunu söylüyorum. Ben, Tanıtım ve Medya Başkanı olarak Facebook ya da Twitter’ın müşteri temsilcisi değilim. Dolayısıyla benim Twitter’a ya da Facebook’a kullanıcı bulmak gibi bir görevim yok. Ben Twitter’a ve Facebook’a diyorum ki ‘Gel benimle hukuki, mali muhataplık oluştur.’ Sosyal medya yasasını çıkardır. Dedik ki ‘Bizimle hukuki, mali muhataplık oluşturun.’ YouTube bunu kabul etti, temsilci açıyor ama Twitter temsilcilik açmıyor. Benim vatandaşlarım aynı zamanda Twitter’ın kullanıcıları. Twitter’ın kullanıcısı olan vatandaşlarımın haklarını kim koruyacak? Ben bunların haklarını Twitter’ın insafına mı bırakacağım?” değerlendirmesinde bulundu.
Birilerine siber veya dijital vatandaş bulmak durumunda olmadıklarını, kullanıcı durumundaki vatandaşların haklarını korumak için mücadele ettiklerini belirten Ünal, bilişim suçlarına bakan mahkemelerin bununla sonuna kadar mücedele ettiğini, dolayısıyla gelecek müzakere sürecinin işin nereye gideceğini göstereceğini söyledi.
Sosyal medya üzerinden yapılan hakaretlere ilişkin şimdiye kadar 17 dava açtığını anlatan Ünal, akla hayale gelmeyecek hakaretlerin yer aldığını, mahkemelerin yükünü artırmamak adına bunlarla ilgili yasal süreç başlatmadığını aktardı.
Açtığı 17 davanın hiçbirinin sonuçlanmadığını, hatta birinde siyasetçilerin konumlarından dolayı bu tür şeyleri eleştiri olarak kabul etmesi gerektiğinin belirtildiğini ifade eden Ünal, hatta en ağır hakaretlere takipsizlik kararı verildiğini dile getirdi.
Geçmişte yazdığı bazı şiirlerin dergilerde yayınlandığını belirten Ünal, “Yazar olduğumu söyleyemem ama biraz Kahramanmaraşlı olmaktan, havasından, suyundan kaynaklanan birkaç şiir, yazı yazmışlığımız var.” dedi.
Kahramanmaraş’ın, şiirin ve edebiyatın başkenti olmayı hak eden bir şehir olduğunu dile getiren Ünal, şunları kaydetti:
“Bu sizi etkiliyor haliyle. Ben 14 yaşıma kadar Kahramanmaraş’taydım, sonra eğitimime İstanbul’da devam ettim ama Kahramanmaraş’ı hiç unutmadım. Çünkü ben şuna inanıyorum, insan rüyalarını doğduğu şehirde görür. O yüzden insanın doğduğu şehre bir bağı vardır. 2011’de milletvekili oldum. Kahramanmaraş’ı yeniden hayal etmek diye toplantılara başladık. O dönemde Cumhurbaşkanımızın desteğiyle, 7 Güzel Adam dizisi çekildi. Dizi, şiiri, edebiyatı yeniden Türkiye’nin gündemine taşıdı. Kahramanmaraş’ta muhteşem bir edebiyat müzesi yaptık. Elbistan’a Şehir Müzesi yaptık. Şehir Müzesi’nde amacımız, o şehirde çocukların şehirlerinin tarihine ilişkin bir hafızaları oluşsun.”
“Siyasette dostluk var mı?” sorusu üzerine Ünal, şunları söyledi:
“Siyaset bir takım oyunu. AK Parti’yi güçlü kılan yol arkadaşlığıdır. Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanımız yol arkadaşlığına ve yol arkadaşlığının hukukuna çok dikkat eder. Bugün AK Parti’den ayrılan ve bu yol arkadaşlığını terk edenlere baktığımızda, mesela bu hareketin Başbakan yaptığı ve konuşmasında da ‘Önce refik, sonra tarik.’ diyen bir Başbakan vardı. Şimdi şu soruyu sormak gerekir? Şimdi önce arkadaş, sonra yol diyorsanız, o zaman siz, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın yol arkadaşlığını bıraktınız, Recep Tayyip Erdoğan’ın yol arkadaşlarını alıp başka bir yola mı girmek istediniz? Yani o gün 10 milyon üyesi olan bir partiyi kendi yolunuza çekmek ve o insanlara da ‘Gelin sizle yol arkadaşı olalım.’ dediğinizde, o siyasi hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın yol arkadaşları sizinle birlikte yürüyecek mi zannettiniz? Bugün kurduğu partinin 12 bin üyesi var. Geçmişte 10 milyon üyesi olan bir partiyi ‘Önce refik, sonra tarik.’ diyerek başka bir yola taşımaya çalıştı.”
Ünal, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 2007’de tanıştığını anımsatarak, o günden bugüne Erdoğan’ın yol arkadaşlarının hukukunu ihlal ettiğine tanık olmadığını söyledi. Erdoğan’ın samimiyetten, gayretten, hassasiyetten ve sahiciliğinden hiçbir zaman taviz vermediğini dile getiren Ünal, Merkez Yürütme Kurulu’na baktığında genel başkan yardımcılarının eskiden gelen dostluklara sahip olduğunu ifade etti.
AK Parti’de dostlukların kıymetli olduğuna dikkati çeken Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü:
“12 bin üyesi olan partinin genel başkanının 10 milyon üyesi olan bir partiyi adeta zimmetine geçireceğini düşünmek şaşırtıcı her şeyden önce. Ayrıca, son kongresinde verdiği sözlerin tamamını unutup 3 yıl bekledikten sonra hiç o sözleri söylememiş gibi tekrardan siyaset yapıyor olmak, şaşırtıcı. Kendi siyasal çizgisinde kırmızı çizgileri olduğunu söyleyenlerin bugün o kırmızı çizgilerini tek tek çiğnemeleri şaşırtıcı.”
“CHP’nin günah galerisi çok geniş”
Mahir Ünal, CHP teşkilatlarına yönelik taciz iddialarına ilişkin soru üzerine, CHP’nin kendisiyle yüzleşememek gibi bir sorunu olduğunu dile getirdi. Ünal, şunları aktardı:
“Bu bugünkü bir mesele değil. CHP aynaya bakmakta zorlanıyor. CHP geçmişteki darbeci anlayışı, özgürlük karşıtı, vesayetçi anlayışı… CHP’nin geçmişte o kadar geniş bir günah galerisi var ki. CHP hiçbir zaman bununla yüzleşmedi, yüzleşmeyi de düşünmedi. CHP 1960 darbesi ve darbenin şartlarını oluşturan o siyasal diliyle yüzleşmedi. CHP sonrasında maalesef her daim kendisi iktidar olamasa bile fikri olarak iktidardaydı zaten. Bu dönemleriyle CHP hiçbir zaman yüzleşmedi. Şu anda CHP kendi içindeki krizlerin üzerine yatarak, kulağının üzerine yatarak, bunları yok sayarak bir süre sonra bunların unutulacağını düşünüyor. CHP’nin kriz yönetiminin algoritması çok basit. Kriz seninle ilgilisiyle hiç konuşma. Sorun başka birisiyle ilgiliyse sürekli konuş. Bu, sürdürülebilir bir şey değil. Dönüp CHP’nin kendi içindeki tacizle tecavüzle yolsuzlukla yüzleşmesi gerekiyor. Eğer bununla yüzleşmezse bu taşınabilir bir şey olmaktan bir süre sonra çıkacak.”
Genel Başkan Yardımcısı Ünal, taciz mağdurlarını savunanların farklı ithamlara maruz kaldığını ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Mağdur kadınlarla ilgili konuşmaya başladığınız anda da sizi istismarla suçluyorlar. ‘Buradaki travmayı tetiklemeyin.’ Evet, doğru. Bir televizyonun program yapımcısı eşine şiddet uyguluyor sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün süveterini giyip televizyona çıkıyorsa, o kadıncağız sesini duyuramıyor, o tarafta herhangi bir taciz ve şiddet olayı olduğunda bütün kadın dernekleri susuyorsa bu mağdurla ilgili kim ne yapacak? Bu insan sesini nasıl duyuracak? O mağdura birisi sahip çıkınca, ‘Mağduru siyasete alet ediyorsunuz.’ diyorlar. Bu mağdurun hukukunu neden savunmuyorsunuz? CHP’nin son dönemde içine düştüğü durum birçok açıdan önümüzdeki süreçte akademisyenlerin üzerinde ciddi anlamda çalışacağı bir konu olarak önümüzde duruyor.”
“CHP, ezanın Türkçe okunması fikrinden ve düşüncesinden vazgeçmemiştir”
Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Şeb-i Arus Töreni’nde Kur’an-ı Kerim’in Türkçe okunmasına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Ünal, CHP’nin kendisiyle yüzleşmeme davranışının altında yatan motivasyonun partide hiçbir değişimin gerçekleşmemesi olduğunu belirterek, şunları söyledi:
“CHP, fırsat bulduğunda 1940’larda ne yaptıysa bugün aynısı yapmak isteyecektir. Orada öyle bir öfke var ki… Yassıada, Demokrasi ve Özgürlükler Adası haline getirildi. Orasıyla ilgili o kadar çok hikaye dinledim ki… Bir tanesi kanımı dondurdu. O dönemde CHP’li seçkin ailelerin, cuntacılardan izin alarak asker kıyafeti giyip oradaki kendi ifadeleriyle ‘düşükler’ dedikleri mahkumlara, Demokrat Partililere işkence yaptıklarını dinledim. Bu nasıl bir nefrettir? Bu kültüre, bu tarihe, bu inanca hasılı bu millete dair her şeye karşı 1940’ta, 1950’de, 1960’da ne hissediyorlarsa, o günkü projeleri, fikirleri ne ise bugünkü projeleri ve fikirleri aynı. Bugün imkanını bulduğunda, o gücü ele geçirdiğinde CHP 1940’larda, 1950’lerde yapmak istediği her şeyi hayata geçirecektir. CHP, ezanın Türkçe okunması fikrinden ve düşüncesinden vazgeçmemiştir. CHP, ibadetin Türkçe olması fikrinden vazgeçmemiştir. CHP, bu milletin değerleriyle, inançlarıyla mücadele etme fikriden vazgeçmemiştir. CHP, dün neyse bugün de odur. Bakın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesini kazandılar. Şimdi geçen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tavrını gördüm bir videoda. Oradaki grup başkanvekilini nasıl susturduğunu ‘Kapatın mikrofonunu, alın onun elinden…’ O dil, tam da o otoriter diktatöryal dil, aynısını burada İstanbul’da da görüyorsunuz. O kürsüye oturduklarında, birazcık kendilerini muktedir hissettiklerinde 1940’ta, 1950’de, 1960’ta ne varsa bunları tekrar hayata geçirmekten bir adım geri atacaklarını asla zannetmiyorum.”
AİHM’in Demirtaş kararı
Ünal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki kararına ilişkin soruya ise şu yanıtı verdi:
“AİHM, İspanya Yüksek Mahkemesi’nin 2017’de 11 Katalon liderle ilgili verdiği cezalara ilişkin ne demiş? 13-20 yıl hapis cezası verildi bu liderlere. Bunlar silahlı silah terör örgütü mü kurdular, İspanya’yı bölmeye mi çalıştılar? Hayır. Referandum çağrısı yaptılar, referandum gerçekleştirdiler. Suçları bu insanların referandum çağrısı ve referandumu gerçekleştirmek. İspanya Yüksek Mahkemesi 13-20 yıl arası hapis cezası verdi. AİHM, bu konuyu gündemine bile almadı. Türkiye’ye gelelim. Bu ülkenin şehirlerinin sokaklarına el yapımı patlayıcıları belediyelerin iş makineleriyle kim yerleştirdi? Bu örgüt yerleştirdi. Bu ülkenin şehirlerinde kim özerklik ilan etti? Bunlar yaptı. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kudreti olmasaydı, özerklik ilan edip Güneydoğu’yu Türkiye’den koparmışlardı. ‘HDP bir Abdullah Öcalan projesidir.’ sözünü kim söyledi? 6-7-8 Ekim olaylarını kim başlattı? 53 kişinin katlinin sorumlusu kim? Bütün bu süreçlerde ‘PKK nasıl Abdullah Öcalan’ın projesiyse HDP de Abdullah Öcalan’ın projesidir.’ diyen, ‘Abdullah Öcalan’ın heykelini dikeceğiz.’ diyen, ‘Biz PYD ve YPG’ye yaslanıyoruz.’ diyen ve bütün bunların suç sayılmadığı bir ülkede mi yaşıyoruz?”